05.06.2020 – Cuma
Cuma günü yıllık izin alıp bu mevsimde Lizbon’un birçok yerini mosmor açmış çiçekleriyle süsleyen jakaranda ağaçlarını görmek için ayırdık. Elçilik’te işimiz olunca ilk önce Keşifler Bulvarı’ndaki (Avenue das Descobertas) jakaranda ağaçlarını görmüş olduk. Yol boyunca açmış bu güzelliklere hayran kaldım.
İşimiz bitince Rossio Meydanı‘na (Praça do Rossio) gittik. Buradan birkaç kez arabayla geçmiş olsak da sırf görmek için gelmemiştik. Jakaranda ağaçlarının nerelerde olduğunu araştırırken burayı görünce listemin başına ekledim hemen. Burası Lizbon’un en güzel, en bilinen meydanlarından biri. Meydanın ortasında 1874’te yapılmış Kral IV. Pedro (Rossio) heykeli bulunuyor. 19. yüzyılda deniz dalgası görünümlü mozaikler (bu kaldırımlar İzmir Alsancak sahiline benziyor) döşenmiş ve kuzey ve güneyde bulunan bronz çeşmeler eklenmiş. Meydanın kuzeybatısında bir de güzel mimarisiyle dikkat çeken tren istasyonu (Estação de Caminhos de Ferro do Rossio) yer alıyor. Burası da 1886-1887 yılları arasında mimar José Luís Monteiro tarafından yapılmış.
Rossio Meydanı’nda bol bol fotoğraf çektikten sonra Carmo Meydanı‘na (Largo do Carmo) gittik. Burası ise küçük ama çok şirin bir meydandı. Meydanın ortasında şirin bir çeşme yer alıyor.
Bu meydan adını Carmo Arkeoloji Müzesi‘ne (Museu Arqueológico do Carmo) çevirilen Carmo Manastırı‘ndan (Carmo Convent) alıyor. Buraya gelmişken bu müzeyi de gezdik. Giriş ücreti 5 Euro’ydu. Covid nedeniyle içeri maskeyle girmek zorunlu ve girişte ellere dezenfektan sürülmesi gerekiyor. Carmo Manastırı’nın yapımına 1389 yılında başlanmış. 1755 Lizbon depreminde büyük hasar alan manastırın kalıntıları 1863 yılından sonra müzeye dönüştürülerek kullanılmaya başlanmış. Müzede lahitlerden mumyalara kadar çeşitli tarihi eserler sergileniyor.
Müzeyi gezdikten sonra meydandaki büfeden birer kahve alıp biraz dinlendik. Sonra da jakarandaların renk kattığı bir diğer meydana, Correio Mor Meydanı‘na (Largo do Correio Mor) doğru yürümeye başladık. Santa Maria Madalena Kilisesi ve Lizbon Katedrali (Sé de Lisboa) de yolumuzun üzerinde olduğu için onları da görüp Lizbon’un meşhur sarı tramvaylarıyla fotoğraflarını da çekmiş oldum. Lizbon Katedrali ilk olarak 1147 yılında inşa edilmeye başlanmış ve Lizbon’un en eski kilisesi. Yıllar içinde birçok kez deprem atlatmış ve birçok kez yenilenmiş. Correio Mor Meydanı ise diğer meydanlar gibi kafelerin, restoranların olduğu bir yer değil. Yarım daire şeklindeki meydanda çeşme gibi bir yapı ve banklar bulunuyor. Yanlardan inen merdivenleri, pembe renkli duvarları burayı biraz daha farklı kılıyor. Jakarandalar ise buraya gerçekten güzellik katmış.
Bu meydanı da gördükten sonra arabamızı bıraktığımız Rossio Meydanı yakınındaki otoparka doğru yürüdük. Otoparka varmadan bir kahve molası daha verelim dedik ve Fábrica da Nata’ya girdik. Meşhur Pastéis de Belém’in pastel de nata’larını henüz denemedim ama buranınkiler çok güzeldi. Kahve konusunda da tiryaki olmasam da Portekiz’de nerede kahve içtiysem hepsi çok güzeldi.
Bugünümüzü böylelikle jakarandalarla geçirmiş olduk. Bu güzel ağaçların açmış olduğu dönemde (genelde Mayıs sonu Haziran başı) Lizbon’u gezmek bence en iyi seçenek, üstelik havalar da henüz çok ısınmamış oluyor.