10 Haziran ve 11 Haziran Portekiz’de resmi tatil olunca biz de 4 gün de yıılık izin kullanıp 10 günlük tatil yapmış olduk. Resmi tatil olmayan günlerde çocukları kreşe bırakıp Portekiz’in güzel saraylarını gezdik. Müze/saray gezmeyi, doyasıya fotoğraf çekmeyi öyle özlemiştim ki Lizbon’dan fazla uzaklaşmasak da bambaşka yerlerdeymişim gibi hissettim bu birkaç günde.
08.06.2020
Pazartesi günü Queluz Ulusal Sarayı ve Behçeleri‘ni (Palácio Nacional e Jardins de Queluz) gezmekle başladık. Lizbon’dan 15 dk gibi kısa bir sürede ulaşılabiliyor. Giriş ücreti 10 Euro’ydu. Burası 18. yüzyılda yapılmaya başlanmış oldukça büyük bir saray. En büyük odaları Balo Salonu, Elçi Kabul Salonu ve Müzik Odası. Bir de “Sala das Mangas” vardı ki çinileri harikaydı. Sarayda yemek odası, yatak odası gibi birçok odadan başka bir de şapel bulunuyor.
Sarayın iç kısmını gezdikten sonra, bahçe kısmına geçmeden önce kafeteryasında bi kahve (0.8 Euro) – pastel de nata (1.5 Euro) molası verdik. Sonrasında sarayın dış kısmına geçip yine harika çinilerle süslenmiş kanalı gördük. Daha sonra da bahçesini gezmeye koyulduk. Bahçenin en güzel kısmı bakımdaydı, diğer kısımlarını gezmekle yetindik.
Queluz Ulusal Sarayı’ndan sonra sırada Sintra’daki saraylar vardı. Lizbon’dan Sintra’ya varmak yarım saat kadar sürüyor. Vardığımızda biraz acıkmıştık ve Piriquita’dan Sintra’nın ünlü tatlısı Travesseiro’lardan (tanesi 1.5 Euro) alıp yedik. Corona virüs nedeniyle bu kafenin oturma alanı kapalıydı, sadece paket olarak alınabiliyordu. Travesseiro tatlısına gelecek olursak milföy hamuru gibi bir hamurun içine krema konulup dış kısmı da şekerle süslenmiş dikdörtgen şeklinde bir tatlı. Travesseiro Portekizce’de yastık anlamına geliyor ve şekli nedeniyle bu ismi almış.
Sonrasında Sintra Ulusal Sarayı‘na (Palácio Nacional de Sintra) gittik. Giriş ücreti 10 Euro’ydu. Burada da birbirinden görkemli, birbirinden süslü odalar vardı. En etkileyici olan da tamamen çinilerle süslenmiş “Sala dos Brasões” idi. Sarayın odalarından Moors Kalesi ve Quinta da Regaleira görünüyordu. Bu büyük sarayı gezdikten sonra yine kafeteryasında bi kahve molası verip sonrasında da küçük bahçesini gezdik.
Sintra’daki saraylar, evler, kiliseler, saraylar o kadar güzeldi ki gerçekten sanki bir masaldaymış gibi hissettiriyor.
Sintra’da birkaç fotoğraf çektikten sonra Monserrate Parkı ve Sarayı‘na (Parque e Palácio de Monserrate) gittik. Giriş ücreti 8 Euro’ydu. Bu saray ise küçük ama o kadar şirin, o kadar zarif bir saraydı ki her bir detayına hayran kaldım.
12.06.2020
Cuma günü de Quinta da Regaleira‘yı gezmekle başladık güne. Bu saray da Sintra’da bulunuyor ve Lizbon’dan buraya gelmek yine yarım saat kadar sürüyor. Giriş ücreti 10 Euro’ydu. Burası oldukça büyük bir alana kurulmuş ve çok güzel bir bahçesi var. Portekiz’de en çok merak ettiğim yerlerden biri de burasıydı ve meşhur Ters Kule (Poço Iniciático) de burada yer alıyor.
Saray gezmelerinden sonra Honorato Belem’de öğle yemeği yiyip (X-burger 9.50 Euro, vejeteryan hamburger 9.20 Euro, kola 2.5 Euro) Lizbon’un bir başka simgesi Jeronimos Manastırı‘nı (Mosteiro dos Jerónimos) gezdik. Alt kattaki manastır kısmı ücretsiz gezilebiliyor, üst kat ve diğer kısımlar için giriş ücreti 10 Euro’ydu. 1983 yılında Belem Kulesi ile birlikte UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmış. Vasco da Gama ve Luís de Camões’in mezarları burada bulunuyor. Manastır’ın gotik mimarisi oldukça göz alıcı. Kuleler, kemerler, kapılar dantel gibi işlenmiş ve harika görünüyorlar.
Manastırı da gezdikten sonra Pastéis de Belém’e gidip meşhur pastel de nata’lardan aldık. Her zaman önünde uzunca bir kuyruk olan bu pastane bile Corona virüsten dolayı oldukça sakindi, hiç sıra beklemeden aldık tartlarımızı. Bu arada tarihi 1800’lü yıllara dayanan, tarifi sır gibi saklanan bu tartların hikayesinden de bahsedeyim. Manastır’da kıyafetleri beyazlatmak için yumurta akları kullanılıyormuş, kalan yumurta sarıları da ziyan olmasın diye rahipler tarafından tatlı yapılmaya başlanmış. Böylelikle ortaya meşhur Pastéis de Belém turtası çıkmış. Beklentimi yüksek tuttuğumdan mıdır, yoksa bize bayatı falan mı denk geldi bilemiyorum ama Lizbon’da birçok yerden buradakinden çok daha güzel tartlar yediğimi de es geçmeyeyim.
Böylelikle bu birkaç günde 4 saray ve Jeronimos Manastırı’nı gezmiş olduk. Corona virüs nedeniyle zaten yeni açılmışlardı ve tam da istediğim gibi neredeyse bizden başka kimsecikler yoktu. Bundan sonra bu kadar tenha olacağını, böyle sakin bir şekilde gezebileceğimizi hiç sanmıyorum. Gezmek için turist kalabalığından uzak, süper bir zamanlama oldu 🙂