Karadeniz turumuzda dördüncü durağımız Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan, büyükşehir statüsünde olan Trabzon oldu.
28.06.2017
Çarşamba günü Giresun Kalesi’ni gezdikten sonra Hamsiköy‘e doğru yolumuza devam ettik. Giderken de Akçaabat’ta mola verip Cemil Usta Akçaabat Köfte Restoran’da yemek yedik. 500 gr köfte, piyaz, pilav ve 2 ayran için 65 TL ödedik. Giresun Merkez’den Hamsiköy’e ulaşmak yaklaşık 3 saat sürüyor, biz arada yemek de yediğimiz için yaklaşık 4 saatte Hamsiköy’e ulaşabildik. Hamsiköy’e giderkenki manzara Kümbet Yaylası’na giderkenki manzara kadar güzel değildi, her yerde tünel ve yol yapım çalışmaları vardı. Oteli (Seyirtepe Otel-180 TL) Akçaabat’tayken ayarlamıştık. Hamsiköy’e varınca da ilk önce otele eşyalarımızı bıraktık, sonra da meşhur sütlaçtan yemek için dışarı çıktık. Hamsiköy’e girince zaten birçok sütlaççı görüyorsunuz, ben gelmeden önce Uğur Usta ve Niyazi Usta’nın dükkanlarını işaretlemiştim. Uğur Usta’ya gidip 2 sütlaç, 2 çay ve 1 su alıp 15 TL ödedik. Hamsiköy’e gelmişken manzarayla sütlaç fotoğrafı çekmezsem olmaz diyip aşağıdaki fotoğrafı çektim bir de 🙂
Sonra otele gidip bir yandan Hamsiköy’ün güzel manzarasını izleyip bir yandan da çaylarımızı içtik. Otelin her katında ortak kullanılan teraslar vardı ve en alt kattaki teras da restoran olarak kullanılıyordu. Buradan Hamsiköy’ün manzarası da arka tarafta bulutların arasında kalmış dağların manzarası da harikaydı.
29.06.2017
Hamsiköy’ün güzel manzarasını ertesi gün de kahvaltımız eşliğinde izledik. Bu kez arka tarafta kalan dağlar da bulutsuz, daha net görünüyordu. Her ne kadar evlerle/otellerle dolmaya başlamış olsa da buranın doğal güzelliği de görülmeye değer durumda henüz. Arap turistlerin yoğunluğu da burada hissedilmeye başlıyor.
Aslında Hamsiköy’den sonra Zigana Geçidi‘ni görmeye gideriz diye işaretlemiştik ama nasıl olduysa Zigana’yı aradan çıkarıp kahvaltıdan sonra Sümela Manastırı‘na gitmek için yola koyulmuşuz bile. Hamsiköy’den manastıra varmak 1 saat kadar sürdü. Manastırın 2018 yılına kadar restorasyonda olduğunu biliyorduk ama tamamen mi kapalı bilmediğimiz için en azından dışarıdan görebiliriz ya da avlusunu gezebiliriz diye yine de gitmek istedik. Manastır, Altındere Vadisi Milli Parkı içinde yer alıyor ve buraya otomobil giriş ücreti 10 TL. Milli parka girişte görevli Sümela Manastırı’nın kapalı olduğunu söyleyip bizi uyardı. Arabamızla manastırın girişine kadar vardık, girişten sonra sanırım yaklaşık 1 km yürüyerek manastıra ulaşılabiliyor. Girişten biraz ilerleyip sağ taraftaki patikadan devam ettik. Manastırın göründüğü bu noktadan bol bol fotoğraf çekip, oradaki hediyelik eşya dükkanlarından birkaç hediye aldıktan sonra dönüşe geçtik. Manastırın uzaktan görünüşü bile bu kadar etkileyiciyse içi kim bilir nasıldır diye düşünmedim değil. Sırf Sümeal Manastırı’nı gezebilmek için bile tekrar gelinebilir Trabzon’a bence 🙂
Altındere Vadisi Milli Parkı
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Trabzon ili sınırları içinde yer alır. 1987 yılında ilan edilmiştir. Yüzölçümü 4468 hektardır. Sümela Manastırı, Altındere Vadisi ve bu vadinin jeomorfolojik yapısı ile flora ve faunası milli parkın kaynak değerini oluştumaktadır. Manastır, vadinin batı yamacında, 1300 metre yükseklikte, M.S. 4. yüzyılda kurulmuştur. Hristiyanlığın çevrede yayılmasında etkili olmuştur. Duvarları dik ve derin bir vadi içinden akan Altındere, Doğu Karadeniz Bölgesi otsu ve odunsu floarasına ait örnekler sergilemektedir. Bu milli parkın içinde, neredeyse bulutların bile üzerinde yer alan muhteşem Sümela Manastırı bulunur. 270 metre yükseklikteki bir uçurum fasadında bulunan manastır en görkemli konuma Kommagene Kralı Alexius III. Komnenos döenminde getirilmiştir. III. Alexius’un taç giyme töreni (1349) burada yapılmıştır. Manastırın içinde kütüphane, kilise, rahip odaları, şapel, ayazma ve mutfak bölümleri bulunmaktadır.
Altındere Vadisi Milli Parkı’na giriş yaptıktan sonra Sümela Manastırı’na doğru giderken yolda birkaç şelale görmüştük, gürül gürül akan suyun sesi inanılmaz huzur vericiydi. Dönüşte Karadağ Şelalesi’nde durup birkaç fotoğrafını çektik.
Karadağ Şelalesi’ni geçtikten sonra restoran, kafeterya, hediyelik eşya dükkanı, cami ve büyükçe bir otoparkın olduğu yere geldik. Burada, mısırın anavatanı Karadeniz Bölgesi’nde, haşlanmış mısırın tanesinin 5 TL’ye satılıyor olmasına üzüldüm doğrusu, başka şeylerin ücretini varın siz düşünün artık. Maçka’dan buraya gelene kadarki yol gayet düzgün asfaltlanmış, buradan manastıra kadar arabayla gidilebilen 3 km’lik yol ise daha kötü durumda. Manastır, buradan da bir başka açıdan görünüyor.
Büyük harf, küçük harf yanlışlıklarına, imla kurallarına uyulmamış olmasına alıştık da, keşke şu tabelaları yazarken biraz daha özenli olsalar da anlatım bozukluğu yapmasalar 🙁
Sümela Manastırı’nı uzaktan da olsa görebildikten sonra Trabzon Merkez’e varıp Ayasofya Camisi ile devam ettik gezimize. Manastırdan Ayasofya Camisi’ne yaklaşık 1,5 saatte vardık.
TRABZON AYASOFYA CAMİİ’NİN TARİHÇESİ
Günümüzde Cami olarak kullanılmakta olan Ayasofya I.Manuel Konmesos zamanında (1238-1263) inşa edilmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u fethini takiben yapı, cami olarak vakfedilmiş ve yaklaşık 500(Beşyüz) yıl cami olarak hizmet vermiştir. Yapı’nın günümüze kadar ayakta kalması Camiye çevrilerek defalarca aslına uygun restore edilmesine bağlıdır. Ayasofya, yüzyıllar boyunca şehri ziyarete gelen seyyah ve araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Trabzon üzerine anlattıkları ile ünlü Evliya Çelebi (1648), Pitton Tournefort (1071), Hamilton (1836), Texiyer (1864), Trabzon Şakir Şevket (1878) ve Lynch (1893) yapıya önem veren kişiler arasındadır.
1868 yılında harap durumda olan caminin Bursa’lı Rıza Efendi’nin teşvikleriyle yeni baştan onarıldığı bilinmektedir. Bina I.Dünya Savaşı yıllarında sırası ile depo, hastane daha sonraları yine Cami olarak kullanılmıştır. Trabzon Ayasofya Camii, 1958-1962 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg Üniversitesi’nin işbirliğiyle restore edilerek 1964 yılından sonra, müze olarak ziyarete açılmıştır. Üzerinden 49 yıl geçmiş, 28.06.2013 tarihinde tekrar Camiye çevrilerek ibadete açılmıştır.
Genç Bizans kiliselerinin güzel bir örneği olan yapı, kare-haç planlıdır ve yüksek bir merkezi kubbeye sahiptir. Nartex denilen giriş holüne sahip olan bina üç neflidir. Neflerden ortadaki beş köşeli yandakiler ise yuvarlak birer apsisle son bulmaktadır. Nartex’in üzerinde şapel vardır.
Yapının kuzey, batı ve güneyinde üç revaklı giriş bulunmaktadır.
Kubbe ve kasnağı on iki köşelidir. Kubbe monoblok dört mermer sütun, kemerler ve pandantiflerle taşınmaktadır. Yapı ana kubbenin etrafında değişik tonozlarla örtülmüş, çatı farklı yükseklikler verilerek kiremitlerle kaplanmıştır.
Üstün bir işçiliğin görüldüğü taş plastiklerde Hristiyan sanatının yanı sıra Selçuklu dönemi İslam sanatının da etkileri görülmektedir. Kuzey ve batıdaki revak cephelerinde görülen geometrik geçmeli bezemeleri içeren madalyonlarla, batı cephesinde görülen mukarnaslı nişler Selçuklu taş işlemelerindeki özellikleri taşımaktadır.
Binanın en görkemli cephesi güneyidir. Burada, Adem’le Havva’nın yaratılışı kabartma olarak bir friz halinde anlatılmıştır.
1. Sahnede: Adem ile Havva’nın yaratılışı
2. Sahnede: Adem ile Havva’nın cennette yaşayışları
3. Sahnede: Yasak elma
4. Sahnede: Adem ile Havva’nın cennetten kovuluşları
5. Sahnede: İlk cinayetin tasviri (Kabil’in Habil’i öldürmesi) yer almaktadır.
Güney cephesindeki kemerin kilit taşı üzerinde Trabzon’da 257 yıl hüküm süren Komnenosların sembolü olan tek başlı kartal motifi bulunmaktadır. Benzer bir kartal tasviri ana apsisin dışında doğu tarafta yer alır. Bu cephede, kentaur çizgi gri fon gibi mitolojik varlıklar, güvercinler, merkezlerinde yıldız ve hilal bulunan kare panolar, içleri bitkisel motifli madalyonlar yer almaktadır.
Yapının ana kubbesinin altına rastlayan kısmında opus-sectule tarzında çok renkli mermerden yapılmış bir yer mozaiği bulunmaktadır.
Ayasofya’nın süslemelerinin önemli bölümünü meydana getiren fresklerde İncil’den alınmış konular canlandırılmıştır:
Kubbede ana tasvir Hz. İsa’nın tanrısal yönünü aksettiren Pantacrator İsa’dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Ana kubbenin pencere aralarında İsa’nın on iki havarisi tasvir edilmiştir. Pandantiflerde değişik kompozisyonlar yer almaktadır. İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmığa gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiştir.
Ayasofya Camii’nin doğu yönündeki apsisi dış cephesinde yer alan ve 1450-1850 yılları arasında tarihlenen değişik form ve büyüklükteki kayık ve yelkenli kazımaların kimler tarafından ve ne amaçla yapılmış oldukları bilinmemektedir. Değişik kişilerin elinden çıktığı açıkça anlaşılan o kazımalrın zaten denizci bir millet olan yöre halkının inanışları gereği, avlanırken ve yolculuk esnasında tanrının kendilerini koruması ve bol kazanç vermesi amacıyla çizilmiş olabilecekleri düşünülmektedir.
Ayasofya Camii’nin yanıbaşında yükselen kule, 1427 yılında yapılmıştır. Yapıldığında çan kulesi, daha sonra deniz feneri olarak kullanılmış, şimdi de minare olarak kullanılmaktadır. Şapel olarak kullanılan kule’nin birinci katındaki duvarların üzerindeki tasvirler günümüze kadar ulaşmıştır.
Ayasofya Camisi’nin avlusuna girdikten sonra sol tarafta büyükçe bir çay bahçesi bulunuyor. Kızımız arabada uyuduğu için çay bahçesini es geçip burayı hızlı bir şekilde tek başıma gezmiş oldum.
Ayasofya Camisi’nin hem dışı, hem içi, hem büyüklüğü hem de Çan Kulesi görülmeye değer. Freskler canlılığıyla oldukça etkileyici. Ayasofya Kilisesi camiye, çan kulesi de minareye çevrilmiş olsa da burayı gezerken cami havasını hissedemedim hiç. En azından müze olarak kullanılmaya devam etseydi daha iyiymiş bence.
Ayasofya’dan sonra yemek yemek için Çardak Pide’ye gittik, arabamızı yol kenarındaki otoparka bıraktık (5 TL). 2 yaprak kıyma pide, 1 kola, 1 ayran, 2 çay alıp 45 TL ödedik. Sonra sıra geldi muhteşem mimarisiyle göz kamaştıran Atatürk Köşkü‘nü görmeye. Giriş ücreti 5 TL ve burada müzekart geçmiyor.
ATATÜRK KÖŞKÜ
Trabzon’nun Soğuksu semtinde Osmanlı vatandaşı Konstantin Kabayanidis’in yazlık konutu olarak 1890 tarihinde inşa ettirilmiştir. Nüfus değişiminden sonra 1923 yılında hazineye intikal eden bina, 15 Eylül 1924 tarihinde Trabzon’a yaptığı ilk ziyarette Atatürk tarafından gezilmiş ve çok beğenilmiştir. Bunun üzerine Trabzon İl Daimi Encümeninin 18.05.1931 tarih ve 361 sayılı kararıyla Trabzonluların bir armağanı olarak Atatürk adına temlik ettirilmiştir. 10-12 Haziran 1937 tarihinde Trabzon’a yaptıkları son ziyarette burada konaklayan Atatürk, mal varlığını hazineye bağışlama kararını burada almıştır. Atatürk’ün ölümü üzerine kız kardeşi Makbule Hanım’a intikal eden köşk, Trabzon Belediyesi tarafından 06.04.1943’te satın alınarak “Atatürk Müzesi” olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. Avrupa mimarisinin izlerini taşıyan köşk, dört katlı kargir bir yapıdır.
Atatürk Köşkü’nün dış mimarisi kadar bahçe düzenlemesi de göz alıcı. Diğer zamanlarda fotoğraf çekerken rahat olması açısından etrafın sakin olmasına sevinirken, buranın kalabalık olmasına seviniyorum.
Atatürk Köşkü’nün içini ziyaret ettikten sonra Gülbahar Hatun Camisi ve Türbesi‘ne vardık. Burası, Büyük İmaret Camisi veya Hatuniye Camisi olarak da adlandırılıyor. Aslında burası külliye olarak yapılmış ama günümüze sadece cami ve türbe ulaşabilmiş; medrese, imaret ve mektep yıkılmış.
Beş kubbeli son cemaat yeri, caminin büyük kubbesi gibi sade ve şık bir süslemeye sahip.
Caminin mihrap ve minberi mermerden yapılmış.
Gülbahar Hatun Camisi ve Türbesi’ni ziyaret ettikten sonra yolun karşısındaki Trabzon Kalesi‘nin de fotoğraflarını çekip otele (Star Life Otel-160 TL) vardık. Akşam yemeği için de Lezzet Lokantası’na gittik. Az ezogelin çorbası, 1 pilav üstü döner, 1.5 sade döner, 2 ayran ve 2 hoşaf alıp 70 TL ödedik.
Trabzon gezilecek yerler listesinde Trabzon Müzesi ve Boztepe de yer alsa da biz buraları gezemedik.
30.06.2017
Cuma günü sabah erkenden kalkıp otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra Uzungöl‘e gitmek için yola çıktık. Giderken yol üzerinde durup tarihi Kiremitli Köprü‘yü (Hapsiyaş Köprüsü) de görmüş olduk. Trabzon’dan Uzungöl’e giderken Sürmene ve Cevdet Sunay Müzesi de görülebilecek yerler listesinde, fakat biz çocukla biraz zor olduğundan müze gezmelerini genelde atladık bu tatilimizde.
Gürül gürül akan Çataklı Çayı’nı Kiremitli Köprü’den izlemek güzel, ayrıca çayın yan taraflarına seyir terasları da yapılmış. Bir şeyler içmek isterseniz küçük satıcılar da bulunuyor.
Kiremitli Köprü’yü gördükten sonra doğruca Uzungöl’e vardık. Trabzon’dan Uzungöl’e varmak 1.5 saat kadar sürüyor. Yollar gayet düzgün asfalt ve giderken gördüğümüz manzaralar da harika. Gökyüzü masmavi, hava da çok güzel olunca Uzungöl manzarasını yukarıdan izlemek için önce caminin yanındaki toprak yoldan yukarı doğru çıktık. Her ne kadar otellerle dolmuş, güzelim manzara bozulmuş olsa da bu kadar yeşillik bile benim için görmeye değerdi. Keşke doğamızın kıymetini bilsek de para kazanmak uğruna katletmesek çok daha güzel olurdu tabii ki de.
Tepeden Uzungöl’ün güzel manzarasını izledikten sonra gölün kenarına gidip biraz da oradan izleyelim dedik. Gölün kenarına yürüyüş yolları ve seyir terasları yapılmış, buralarda oturup manzarayı izleyebiliyorsunuz. Fakat, o kadar çok kalabalık ki manzaranın tadına varmak zor oluyor bizim için. Hamsiköy’den sonra burasının da Arap turistlerin istilasına uğramış durumda olduğunu gördük.
Yemek yemek için İnan Kardeşler’i tercik ettik. Tereyağında alabalık, kavurmalı pide, çoban salata, ayran, pilav alıp 65 TL ödedik. Yemekten sonra gölün kenarında biraz da bu taraftan yürüyüp sonra da Rize’ye doğru gezimize devam ettik.
Trabzon’un Düzköy ilçesinde yer alan (Trabzon Merkez’e 1 saatlik mesafede) , dünyanın en uzun ikinci mağarası olarak kabul edilen Çal Mağarası da Trabzon’a gidilince görilebilecek yerlerden. Fakat, bizim şimdilik burayı da görme fırsatımız olmadı.