Avrupa gezimizin üçüncü durağı İspanya’nın eğlenceli şehri Barselona’ydı. İspanya’da zaman Türkiye’den 1 saat geri. Treviso’dan Ryanair ile yaklaşık 2 saatlik bir uçak yolculuğu sonunda Barselona’ya ulaştık. Para birimi Euro (EUR). 1 Euro yaklaşık olarak 2 Türk Lirası’na karşılık geliyordu. Umuma mahsus pasaportu olan Türk vatandaşlarının İspanya’ya giriş için Schengen vizesi alması gerekiyor.
Barselona Havaalanı’na (BCN) vardığımızda saat 01:00 olmuştu. Havaalanından otobüsle Katalonya Meydanı’na (Plaça de Catalunya) gittik. Oradan da otele (Agora BCN) gittik. Gecenin bu saatinde bile canlı bir yerle karşılaşmak Barselona’nın ne kadar rahat bir şehir olduğu izlenimi oluşturdu. Yolların cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olması, bir ucundan bakıldığında uçsuz bucaksızmış gibi diğer ucunun görünmemesi de Barselona’nın hayran kaldığım özelliklerinden.
Barselona’da tekli biletler 1,4 Euro’ydu. 10’lu biletler 7,95 Euro’ydu ve 2 kişi kullanabiliyordu, ayrıca 1 saat 15 dakika içindeki transferler ücretsizdi. Biz de 10’lu biletlerden alıp ulaşım için metroyu kullandık.
Barselona rotamız:
1. gün – 09.09.2010
Barselona’da ilk günümüzde Katalonya Meydanı’ndan başlayarak Kristof Kolomb Heykeli’ne (Monument a Colom) kadar uzanan La Rambla Caddesi’nde yürüdük.
1,5 km uzunluğundaki bu cadde araç trafiğine kapalıydı. Çeşitli meyve, şekerleme, balık ve et ürünlerinin satıldığı La Boqueria ile, önlerindeki kutulara para atınca çeşitli hareketler yapan insanlarla, kafeleriyle, restoranlarıyla, çiçekçileriyle, hediyelik eşya dükkanlarıyla, ressamlarıyla çok eğlenceli bir caddeydi. Barselona’ya gittiğinizde görmeden dönmeyin dememe gerek yok sanırım 🙂
Sonra da sahilde yürümeye devam ettik. Sofya’nın yağmurlu, Venedik’in kapalı havasından sonra Barselona’nın günlük güneşlik havası güzel hatıralar bıraktı.
Sahilden devam ettiğimizde sol tarafımızdaki Roy Lichtenstein tarafından yapılmış sürrealist heykel (El Cap de Barcelona) ilgi çekiciydi.
Sağ tarafta ise Katalonya Tarih Müzesi (Museu D’Història De Catalunya) bulunuyordu.
2. gün – 10.09.2010
İkinci gün rotamızda Barselona’nın simgesi hâline gelmiş olan Kutsal Aile Kilisesi (Parroquia de la Sagrada Familia) vardı. Kiliseye gitmek için otelin oradan L3 metro hattına binip Diagonal durağında indik ve buradan yürüdük. Diagonal Caddesi üzerindeki Josep Puig tarafından tasarlanmış olan Terrades Evi (Casa de les Punxes ya da Casa Terrades), bizim gerçekte görmeye pek alışkın olmadığımız masallardaki şatolara benzeyen bir yapıydı.
Yine yolda gördüğümüz Aziz Francis Sales Kilisesi (Parroquia de Sant Francesc de Sales) mimarisiyle ilgi çekiciydi.
Antoni Gaudi tarafından 1882 yılında yapılmaya başlanan Kutsal Aile Kilisesi’nin yapımına hâlâ devam ediliyor. Yardımseverlerin yardımlarıyla yapımına devam edilen kilise “Bitmeyen Kilise” olarak da biliniyor. Kilisenin etrafında hediyelik eşya satan birçok dükkan ve seyyar satıcı bulunuyordu. Biz de hediyeliklerimizi buradaki çeşit çeşit hediyeler arasından seçtik.
Kiliseyi gördükten sonra Marina Caddesi’nden devam ettiğimizde Diagonal Caddesi ile kesiştiği yerde 33 katlı Agbar Kulesi (Torre Agbar) görünüyordu.
“La Monumental” Arenası da Marina Caddesi üzerinde yer alıyor.
Sonra Kuzey İstasyonu’nu (Estació del Nord) geçerek Zafer Takı‘na (Arc de Triomf) ulaştık.
Zafer Takı’nın bulunduğu yoldan devam ederek Ciutadella Parkı‘na (Parc de la Ciutadella) vardık. Parkın içinde büyükçe bir göl bulunuyor. Katalonya Parlamentosu (Parlament de Catalunya) da bu parkın içinde yer alıyor.
Parkın yan tarafından T4 tramway hattı geçiyor.
Parkı gezdikten sonra yemek yedik ve sahile (La Barcelonata) gittik. Deniz o kadar güzeldi ki tatilden sonra da uzunca bir süre dalga sesleri kulağımdan gitmedi.
Sahilden gece fotoğrafları da çektikten sonra bugünlük gezimiz de sona ermiş oldu.
3. gün – 11.09.2010
Üçüncü günümüzde önce Park Güell‘e gittik. Parka arka yoldan girdiğimiz için önce müzeye dönüştürülmüş olan Gaudi’nin evini (Casa Museu Gaudí) gördük.
Pasta gibi evler diye diye sonunda Gaudi’nin mozaikten yapılmış eserlerine de ulaştık. Canlı renkleriyle, farklı mimarisiyle gerçekten görülmeye değer eserlerdi. Sokak çalgıcılarının güzel seslerinden dinlediğimiz şarkılar da burayı daha da eğlenceli hâle getirmişti.
Bu muhteşem parkı gezdikten sonra sıra Gotik Mahalle‘yi (Barri Gòtic) gezmeye geldi. Dar sokaklarıyla, Barselona’nın gotik mimari tarzda yapılmış en ihtişamlı katedraliyle, ortaçağdan kalmış müthiş eserleriyle burası da insanı büyülüyor. Katedralin arka tarafında köpükten kocaman baloncuklar yaparak kazanan insanlar vardı.
Sonra teleferikle Montjuic Tepesi‘ne çıkıp parkı (Parc de Montjuïc) ve kaleyi (Castell de Montjuïc) gezdik, Barselona’nın muhteşem manzarasını seyrettik. Buradan Ulusal Sanat Müzesi‘ne (Museu Nacional d’Art de Catalunya) gittiğimizde hava kararmıştı. Saat 21:00’de müzenin önündeki havuzda müzikli su ve ışık gösterisi başlıyordu. Bu güzel gösteriyi izledikten sonra müzenin önünden İspanyol Meydanı’na (Plaça d’Espanya) gittik. Meydandan müzenin ışıklı görüntüsü de harikaydı. Böylece bugünkü gezimizi de burada sonlandırıp otele vardık.
4. gün – 12.09.2010
Dördüncü gün yine La Rambla’dan sonra Montjuic Tepesi’ne gidip Olimpiyat Stadı (Estadi Olimpic), Montjuic İletişim Kulesi (Torre de Comunicacions de Montjuïc), İspanyol Köyü (Poble Espanyol), tiyatro (Teatre Lliure) ve müzeleri gördük.
Sonra yine Ulusal Sanat Müzesi önündeki müzikli su ve ışık gösterisini seyrettik.
5. gün – 13.09.2010
Son gün Gracia Caddesi (Passeig de Gràcia) üzerindeki Mila Evi (La Pedrera ya da Casa Milà) ve Batllo Evi’ni (Casa Batlló) gördükten sonra denize gittik.
Sonra yine La Rambla’da yürüdük ve La Boqueria’da meyve yedik.
Barselona gezimiz böylelikle sona erdi. Bu sımsıcak, hayat dolu, cıvıl cıvıl Akdeniz şehrini kesinlikle görmenizi tavsiye ederim. En çok beğendiğim, yaşamayı düşünebileceğim şehirlerden biri oldu benim 🙂